Sedef hastalığı nedenleri ve tedavileri konusundaki güncel gelişmelere bağlı olarak yeniden gündeme gelmekte olduğu için ikinci yazıyı sedef hastalığına ayırmayı düşündüm.
Sedef Hastalığı (Psoriasis), deri hastalıkları arasında dedikodusu (güncel deyişle spekülasyonu, ticari deyişle popülizmi) en çok yapılan hastalıklardandır. Halk arasında sürekli “Sedef” sohbetleri ve birbirlerine tedavi veya şifalı yerler ve bitkiler önermeler sık görülür.
Sürekli gündemde oluşunun nedeni, bazen çok göz önüne çıkabilen ve göze batan belirtileri ve tedavisindeki zorluklar, kökten çözümlü bir tedavisi olmayışıdır. Halk arasında ilgi çekmesi ve aynı zamanda itici gelmesinin en önemli nedenlerinden biri de bulaşıcı sanılmasıdır.
Eski çağlarda, bütün lekeli, döküntülü hastalıklar gibi “Cüzzam=Lepra” sanılarak hastalar toplumdan soyutlanmaya çalışılmışlar, dışlanmışlardır. Günümüzde bile insanlar başta psoriasis olmak üzere deride belirtileri olan hastalıklardan korkmakta, kaçınmaktadır. Hatta dermatolog olmayan hekimler bile bu gibi hastalara dokunmaktan kaçınabilmektedir.
“Sedef” adını almasına neden olan tipik belirtileri pembe-kırmızı, hafif kabarık bir zemin üzerinde yerleşik olan ve görüntüleri gerçek sedef görüntüsünü taklit eden beyaz, irice, parlak ve kuru kepeklerdir. Bu belirtiler 1-2 mm’den 30-40 cm’e kadar büyüklükte, çok değişik şekillerde ve bir veya fazla sayıda olabilir.
Ender olarak vücudun çok geniş alanlarını kaplayan tipleri de vardır. Çocuklarda daha az görülür. Tipik belirtiler daha çok gövde, kollar ve bacaklarda görülür ve bunlar doktor olmayanlar tarafından dahi çok kolayca tanınırlar.
Saçlı deride, avuç içi, ayak tabanında, büklüm yerlerinde yerleşenler ise mantar hastalığı, egzama ve benzeri başka hastalıkları çok taklit ederler, bazen doktorlar dahi bunları ayırt edemeyebilirler. Ancak Deri Hastalıkları uzmanlarının bu konudaki deneyimleri tanı için yeterli olacaktır.
Tırnaklarda da yerleşebilir ve yalnızca tırnakta dahi tutulma görülebilir. Tırnakta kalınlaşma, renk değişikliği, çukurcuklar görülebilir.
Hastalığın kesin nedeni belli değildir. Mikrobu yoktur, bulaşıcı değildir. İşlediğimiz bir günahın, yaptığımız veya yapmadığımız bir şeyin cezası değildir. Kalıtımın % 60-70 oranında geçerli olduğu kabul edilir. İster kalıtıma bağlı olsun ister olmasın hastalığa yatkın bir zemin vardır ve çevre faktörleri de bu zemin üzerinde etkili olur.
Bu faktörler arasında ise en iyi bilineni psikolojik olanlardır. Ani şoklar, sıkıntı, gerginlik, depresyonlar, sevgi eksikliği, anne –çocuk ilişkisi bozuklukları önemli tetikleyici faktörler olup, hastalığı başlatabilir veya alevlendirebilir.
Diş çürüğü, bademcik iltihabı, idrar yolları iltihabı gibi mikrobik odaklar ve sürtme, çarpma, kaşıma gibi zedelemeler de tetikleyici etki yapabilir. Hastalığın karaciğer veya başka bir organla ilgisi olmadığı gibi, yenilen yiyeceklerle de hiçbir ilgisi yoktur, fakat çok canı çekip de yenilemeyen yiyeceklerin etkili olma olasılığı daha fazladır!
Son zamanlarda hastalığın yoğun sigara ve alkol kullanımıyla artabileceği gösterilmiştir, bu yönde çalışmalar sürmektedir. Yine son zamanlarda bazı ilaçların da sedef hastalığını tetiklediği gösterilmiştir ve hastalara zorunlu olmadıkça bu ilaçlardan uzak durmaları önerilmektedir.
Son zamanlarda gündeme gelen bir başka bağlantı da metabolik hastalıklarla ve aşırı kilo ile olan ilgidir. Bu ilgide net bir neden sonuç ilişkisi gösterilememiştir, sedefin kiloyu mu, kilonun sedefi mi arttırdığı gibi bir bağlantı ortaya konamamıştır, her ikisinin de ortak bir zeminden kaynaklanma şansı sanki daha fazla gibi görünmektedir.
Bu ilişkiden hareketle sedefin yalnızca deri hastalığı olmayıp, tüm sistemleri tutan bir hastalık olduğu savları olayın boyutlarını zorlamakla birlikte, henüz heyecan halinde savlar olup zamanla daha mutedil, gerçekçi bir tabana oturacağını düşünüyorum. Bunların dışında bilinen ciddi bir tetikleyici yoktur veya en azından şimdilik biz bilmiyoruz.
Sedef hastalığının tedavisinde, hastalığın nedeni bilinmediği ve nedene yönelik tedavi yapılamadığı için köklü çözüm getirip hastalığı ortadan kaldıracak bir yöntem ve olanak yoktur. Fakat var olan belirtiler tedavi edilir ve yenilerinin çıkmasını önlemek için gereken önlemler yeterince alınırsa uzun süre belirtisiz kalınan dönemler sağlanabilir.
Tedavide amaç, en az yan etki ve zararla (her tedavinin biraz zararı vardır), elde edilebilen en iyi iyileşmeleri elde etmek ve iyilik halini uzun süre sürdürebilmektir. Hastalık için çok standart olan, her hastaya uyabilen tedavi şekilleri yoktur. Her hasta için hekim, uygun olan tedaviyi ayrı ayrı belirleyecektir. Önemli olan hastayla hekimin karşılıklı güven ve uyumlarıdır.
Hastanın her şeyden önce iyileşmeyi istemesi ve tedaviye uyum göstermesi gerekir. Tedaviler hakkındaki tereddütlerini de hekimine danışmalı, kulaktan dolma bilgi veya komşu önerileriyle yorum yapmamalı ve tedaviyi bırakmamalıdır.
Var olan belirtileri tedavi etmek için yan etkileri daha az olan yerel uygulanan (deriye dıştan sürülen) ilaçlardan başlanılır. Bu uygulamalarda önce kepek dökücü ilaçlarla yüzey temizlenir ve diğer ilaçların etkinliği arttırılır.
Değişik 4-5 çeşit yerel uygulama vardır ve genellikle 20-30 gün içerisinde güzel sonuçlar alınır. Belirtilerin çok yaygın olduğu durumlarda ultraviyole ışını ile özel tedaviler uygulanır (UVB, PUVA vb). Bu tedavilerde de bir aydan sonra sonuç görülmeye başlanır, ülkemizde en az 20 yıldır uygulanmaktadırlar.
Doğal gün ışığı da değişik şekillerde yararlı olmaktadır, ama doz kontrolü çok zordur. Çok inatçı ve ağır tiplerinde yan etkiler göze alınarak çok iyi bir takiple ağız yolu veya iğne şeklinde tedaviler devreye sokulur. Hangi tedavi uygulanırsa uygulansın tetikleyici etkenler de aradan çıkartılmaya çalışılır.
Tedavinin başlangıcından itibaren bir psikiyatrın denetimine alınması sonucu çok etkiler ve tekrarları azaltır, ayrıca hastalığın varlığı da ciddi psikolojik sorunlara ve dolayısıyla kötü bir kısır döngüye neden olabileceği için de psikolojik destek çok yararlı olacaktır.
Banyolardan sonra sürekli nemlendiricilerin kullanılıp, derinin kuruma, kaşıntı ve zedelenmesi, dolayısıyla yinelemeler önlenmeye çalışılır.
Sedef hastalığı sık yineleme eğiliminde olduğu için, hastaların da arayışları çok olacaktır. Bu arayışlar sırasında hastalarımızın en büyük sorunları yakalanabilecekleri “Sedef Avcıları” olacaktır.
Sedef avcılarının değişik tipleri vardır ve bunların arasında en zararsız ve hattâ yararlı olanları edebiyle suya dalıp midye, istiridye, inci, sedef ne bulurlarsa bunları çıkarıp yaşamlarını sürdürmeye çalışanlardır ki bunlar hastalık olan sedefe de hiç bulaşmazlar, bu konuda iddiaları da yoktur.
Diğer çeşitlerin ise doktor olan ve olmayan alt grupları vardır. Doktor olanları, sedefi yalnız kendilerinin tedavi edebildikleri veya daha mütevazi olanları en iyi kendilerinin tedavi ettiklerini ileri sürerler, bazıları ise formülü yalnız kendilerinde olan garantili yöntemlerden söz ederler.
Televizyonlarda, gazetelerde bir yolunu bulup, bu izlenimi güçlendirmeye çalışırlar, bağlı oldukları kurumu da tezgâhlarına alet edebilirler ki bunlar oldukça tehlikelidirler. Doktor olmayanları ise hepimizin malumudur.
Eczane veya aktar vitrinlerinde “sedefe son, sivilceye son, cinsel gücünüzü arttırın!” vb duyurular yabancımız değildir, maalesef bu istismarcılar da memleketimizde gelişme, yaşama ve kök salma olanakları bulabilmekte hattâ zaman zaman “doktorlar ne bilir ki, her şeyin aslı halkta” diye bizimle aşık atmaya da kalkabilmektedirler.
Tıp dışı tedaviler, alternatif tıp tedavileri, kutsal ve şifalı sayılan yerler bu seçenekler arasındadır. Sedef hastalığı, psikolojik kökeni nedeniyle telkine çok yatkın bir hastalıktır ve hastanın yapılan işleme inanmasına paralel olarak bu tür işlemlerden etkilenebilir. Bu yönüyle hastaların sömürülmesine de çok yatkındır, hastaların çok dikkatli olması gerekir.
Belli bölgelerde sedef tedavisi konusunda ünlü yerler ve buralara yönelik sedef turizmi de vardır. İsrail’de Lut gölü, ülkemizde Kangal Balıklı kaplıcası bu tip alanlardandır. Bu gibi alanların da bilinen hiçbir özgün tedavi edici özellikleri yoktur. Buradaki etkilenmeler önemli ölçüde psikolojiktir.
Kişiler şöhretini duydukları bir yere etkilenmeye hazır giderler, burada ortamlarından ve stres kaynaklarından uzak kalırlar, ayrıca aynı soruna sahip kişilerle oluşan dertleşme ortamı da doğal bir grup tedavisi oluşturacaktır. Güneş ışığı ve mineralli sular ise hemen hemen her yerde aynı oranda olumlu etki yaparlar (Güzel bir sahilde tatil de bence eşdeğer, hattâ daha güzel bir seçenek olabilir). Kişi bu tür yerlere gitmek isterse (masrafını devlete yüklememek kaydıyla!) engel olmayız, ama en azından buralarda en üst düzey temizlik ve bakım koşulları sağlanmalı, hastaların ek hastalıklar kapmaları önlenmelidir.
Hele hele içinde ne olduğu bilinmeyen halk işi, ilaçlar vb tedavilere hiç yönelinmemeli çözüm doğru adreste, bir Deri Hastalıkları Uzmanında aranmalıdır. Her deri hastalıkları uzmanı sedef hastalığını tanır ve tedavi edebilir.
Bununla birlikte“Sedefçi” Dermatolog yoktur, bir deri hastalıkları uzmanının bir diğerinden bazı alanlarda, diğerinin de başka bir alanda iyi olması çok doğaldır, fakat başta “Sedef” olmak üzere bir hastalığı “yalnız ben bilirim, biz biliriz” diyenlerden de uzak durmak gerekir.
Sedefsiz, sağlıklı günler dilerim,